Belki de kokun olmalıyım teninde, kimsenin söküp alamadığı demişti bir gün... Anlam veremeyip gülümsemiştim yalnızca. Saatime bakıyordum. Daha karşıya geçip Kemeraltı'ndan sipariş verdiklerimi alacağım. Ne de sıcaktı. Ne kokusu allahaşkına!
Vapurda biraz duraladığım, dilimin dolandığı, adres soran teyzeye anlamsızca bakakaldığım, yıllar öncesinde bir gündü zaten sıcak mı sıcak. Sağ arkasına oturmuştum vapurun. Burası güzel. Birazdan iskeleden uzaklaşıp dönünce İnciraltı gözükecek uzaktan. Hafif dalgalanır böyle sıcak havalarda o ilerdeki gökdelen. Hiç de sevmem. Daha da eskiden mandalina bahçeleri arasında bisiklet sürdüğüm, bisikletten inmeden elimi uzatıp mandalina kopardığım güzel bir yerdi... Belki de mandalina kokusu dedi! Evet bak onu elinden söküp atmak kolay olmuyor. Amaaan durduk yere aklıma iş açmıştı; kokum olacakmışmış.
Geldik zaten. Birazdan Kemeraltı'nda benden hızlı adımlarla koşturanların yanında olurum. Bu kente en uymayan yerdir bu iç içe geçmiş çarşılar mahallesi. Tüm kent uyuşurken burası koşuşur. Belki de panikten!.. Çünkü bazen çıkışını bulamıyor insan, içeride dönüp duruyor. Aslında, burada sokaklar karışmasın diye hepsinin kokusu farklı olmalıydı... Benim sokağım yasemin kokardı mesela; ve ben yasemin kokusunu duyunca anlardım ki ev o yanda. Ne güzel olurdu. Ama artık tüm kokular yıllar öncesinde kaldı; tüm bu kokuların üstünüyse yalnızca naftalin kokusu sardı.
Anlıyorum artık sökülemeyen kokuları. Geçmiyor, silinmiyor bunlar. Tıpkı dedemin tarladan taze koparıp, közleyip verdiği o mis gibi mısırların isi gibi, çıkmayan elimden... On yıllar geçiyor ama hiçbir koku hiçbir iz geçmiyor. İşte bu yüzden istemiyorum artık ben hiçbir kokuyu. Çünkü istemiyorum örtmek naftalinle, hiçbir kokunun üstünü... Yıllar geçiyor ama ben geçemiyorum bir türlü, bu naftalin kokularının arasından... Dönüp duruyorum... Bir duysam şu yasemin kokusunu, elbet bilirim ki evim o yanda. Bilirim, kokunun yanında; beni kimsenin söküp alamadığı...
İlker Fıçıcılar
20 Aralık 2011
Bu öykü bu videodaki müzikle iyi gidiyor...
Vapurda biraz duraladığım, dilimin dolandığı, adres soran teyzeye anlamsızca bakakaldığım, yıllar öncesinde bir gündü zaten sıcak mı sıcak. Sağ arkasına oturmuştum vapurun. Burası güzel. Birazdan iskeleden uzaklaşıp dönünce İnciraltı gözükecek uzaktan. Hafif dalgalanır böyle sıcak havalarda o ilerdeki gökdelen. Hiç de sevmem. Daha da eskiden mandalina bahçeleri arasında bisiklet sürdüğüm, bisikletten inmeden elimi uzatıp mandalina kopardığım güzel bir yerdi... Belki de mandalina kokusu dedi! Evet bak onu elinden söküp atmak kolay olmuyor. Amaaan durduk yere aklıma iş açmıştı; kokum olacakmışmış.
Geldik zaten. Birazdan Kemeraltı'nda benden hızlı adımlarla koşturanların yanında olurum. Bu kente en uymayan yerdir bu iç içe geçmiş çarşılar mahallesi. Tüm kent uyuşurken burası koşuşur. Belki de panikten!.. Çünkü bazen çıkışını bulamıyor insan, içeride dönüp duruyor. Aslında, burada sokaklar karışmasın diye hepsinin kokusu farklı olmalıydı... Benim sokağım yasemin kokardı mesela; ve ben yasemin kokusunu duyunca anlardım ki ev o yanda. Ne güzel olurdu. Ama artık tüm kokular yıllar öncesinde kaldı; tüm bu kokuların üstünüyse yalnızca naftalin kokusu sardı.
Anlıyorum artık sökülemeyen kokuları. Geçmiyor, silinmiyor bunlar. Tıpkı dedemin tarladan taze koparıp, közleyip verdiği o mis gibi mısırların isi gibi, çıkmayan elimden... On yıllar geçiyor ama hiçbir koku hiçbir iz geçmiyor. İşte bu yüzden istemiyorum artık ben hiçbir kokuyu. Çünkü istemiyorum örtmek naftalinle, hiçbir kokunun üstünü... Yıllar geçiyor ama ben geçemiyorum bir türlü, bu naftalin kokularının arasından... Dönüp duruyorum... Bir duysam şu yasemin kokusunu, elbet bilirim ki evim o yanda. Bilirim, kokunun yanında; beni kimsenin söküp alamadığı...
İlker Fıçıcılar
20 Aralık 2011
Bu öykü bu videodaki müzikle iyi gidiyor...