"... Mermerin göbeğini kaşıyorum... Biri yeni tellak diğerinin saçı ak, dokuz yıldır bu hamamdaymış, yaşlanmış ama en çok kiri de o çıkarıyor birader, bıraksam suyumu çıkarır. Bırakmıyorum. Bin yıldır kaşınıyorum, yine de sırtımdaki kiri atamıyorum. Sanırsın ki tellak kir çıkarmıyor kir yapıştırıyor. Üzerimde bir ağırlık, hamamda mermere iyice yapışıyorum..."
Soğan Halindeki Fransız
- Ne mermeri bu?
- Bursa Kemalpaşa abi.
- Zor olmadı mı bu koca mermer masayı buraya bahçeye getirmek?
- Bilmem, bin yıldır burdaymış. Biz sadece çevresine lokantayı yaptık.
- İyiymiş.
- İyidir abi. Neyle başlayalım? Biraz külbastı? Ya da karışık? Kaç kilo olsun. Kuzu kokoreç yaptırayım mı önce birer teker?
- Yaptır getir hadi.
- Abi bir kilo da karışık pirzola falan attırıyorum.
- Mermer, mermer masa...
- Efendim abi?
- Tamam atsınlar ızgaraya. Yanına da bir büyük açalım ufaktan.
...
Aklım başımda değil, haliyle keyfim de bir yere kaçacak değil. Şu anki tek dert şu Ağustos böceğinin mevsimleri şaşırmış olması, o da o kadar dert değil. Zaten şu dünyada şu önümdeki masa kadar bile kalacak değilim. Hatta masanın üstündekiler benden de kısa kalacak şu dünyada... Meze de güzel, helal olsun. Güzel yapmış.
Zor oldu bulmak burayı. Ancak evkaftan eskiler bilir demişlerdi de boşversene demiştim. Normalde içki de yokmuş. Boşversene... Hava güzel, içmeyip de ne yapacaksın. Bardağı da bin yıllık mermere vurmak ayrı bir güzel. Kırılır mı acaba? Yok ya, bin yıldır kırılmamış, şimdi şuncağız rakıya mı darılacak?.. Bizde küslük olmaz.
Sahi nerde kaldı? Ne uzun telefonmuş birader... Yoktu eskiden bu meretler. Rakı içtin mi karşındakinle konuşurdun. Telefon geldiyse, en fazla yengeden gelirdi. Onlar da nerden buluyorlarsa artık zıkkımlandığımız yerin telefonunu... Olsun. Konuşsun.
Eskiden olsa kimseyi bu kadar konuşturmazdım. Kimbilir belki şu masa gibi taşlaşıyorumdur giderek, belki de hoşuma gidiyor artık bana vuran rakı bardaklarının çınıltısı. Sahi eskiden bir Hamdi Bey vardı, nasıl da kızarıp bozarırdı bu seslere. Huy işte, herkeste farklı... Ama sanki o kadar da farklı değil. Bazen hissediyorum, diyorum ki ulan ben bu herifi kendisinden daha iyi tanıyorum diyorum... Rakı iyiymiş, erik mi bu?.. Tekrarlamalara başladım, neyse ne diyordum. Hah tanıyorum lan ben bu herifi, yani o herifi, insanları diyorum, hepsi aynı birader.
"'İnsan hayvan-ı natıktır' derdi ne demekse!" derdi büyüklerimiz bizlere vakti zamanında; onlar da kendilerine büyüklerinin böyle dediklerini aktararak... Geçmişten gelen binlerce yankı gibi... Gerçi, o 'ne demekse' lafına da uyanmadık sanmasınlar. Ya sahi çocuktuk, uyanmamıştık galiba. Git sözlüğe bak, biraz oku öğren demenin çaktırmayan halleri işte.
Elalem bir damla içecek su bulamıyor, bense burda durmuş bin yıldır içiyorum. Göbeğimi kaşıyorum. Hamamda yıkanıyorum, onun da göbeği var, onu da kaşıyorum. Nedensiz sorgusuz kaşınıyorum. Bin yıldır yıkanıyorum, hala parmak parmak kir çıkıyor, şaşırmıyor, iki tellak daha tutuyorum. Biri yeni tellak diğerinin saçı ak, dokuz yıldır bu hamamdaymış, yaşlanmış ama en çok kiri de o çıkarıyor birader, bıraksam suyumu çıkarır. Bırakmıyorum. Bin yıldır kaşınıyorum, yine de sırtımdaki kiri atamıyorum. Sanırsın ki tellak kir çıkarmıyor kir yapıştırıyor. Üzerimde bir ağırlık, hamamda mermere iyice yapışıyorum, mermerin göbeğini kaşıyorum.
...
- Abi!.. Abi!..
- He lan
- Abi müşteriler bakıyor.
- !
- Abi uyumuşsun, masayı okşuyordun.
- Mermer di mi bu.
- Mermer abi.
- Bin yıllık.
- Öyle abi.
- Zor.
- Zor be abi... Sahi abi!
- He?
- Yenge aradı.
.
İlker Fıçıcılar
30 Haziran 2011