Merhabalar,
Önce, "Tiyatrolar kapatılmalıdır" diyen Prof. Dr. Atilla Yayla'nın kendi yazım tarzıyla kendisine bir hatırlatma:
"Gazi Üniversitesi bilim adamları ailelerinin veya şahıslarının parasını değil vergi mükelleflerinin parasını kullanmaktadır. Dolayısıyla da halka hesap vermek zorundadır."
Tırnak içindekileri aslında bizi 'dehşet' içinde bırakan Prof. Dr. Atilla Yayla kendisi yazmış. Sadece orjinal yazısında üniversite yerine tiyatro, bilim adamı yerine de sanatçı demiş.
Zaman gazetesindeki yazısında tiyatroların kapatılmasını savunan Prof. Dr. Atilla Yayla'ya en iyi yanıtı gene kendisinin verebileceği düşüncesiyle, kendi yazısını hafifçe kendi ortamına uyarladım. Yazının orjinaline şuradan erişilebilir: http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=206726 Kendisinin eposta adresi de Gazi Üniversitesinin rehberine göre ayayla@gazi.edu.tr imiş. Bu epostayı kendisine de gönderiyorum.
Yazının uzun görünmesine ise aldırmayın lütfen, hemencecik birkaç dakikada okunabiliyor...
* * *
Bu yazı, 2 Eylül'de Zaman gazetesinde "Devlet Tiyatroları kapatılmalı mı?" başlıklı bir makalesi yayınlanmış olan Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Atilla Yayla'nın yazdıklarına bir yanıt olarak, kendi yazdıkları üzerinde "sanat" yerine "bilim", "sanatçı" yerine "bilim insanı", "Devlet Tiyatroları" yerine de "devlet üniversiteleri" ve bazen de "Gazi Üniversitesi" denilerek hazırlanmıştır.
Yazının özü ve savundakları aynıdır, sadece özneler değişiktir. Yazının gayesi, Prof. Dr. Atilla Yayla'nın aynı mantıkla kendi kendini topuğundan vurmakta olduğunu, kısaca amaç tutarsız olduğunu hafif bir mizahla gösterebilmektir.
Saygılarımla,
İlker Fıçıcılar
* * *
"Devlet Üniversiteleri kapatılmalı mı?"
Son günlerde bilim camiasında, daha doğrusu, bu camianın
bilim insanları kısmında bir kargaşadır gidiyor. Sebep
Devlet Üniversiteleri (DÜ) rektörlerinin görevinden alınmak
üzere baskı görmesi ve yerine yine kurum içinden hükümet
yanlılarının atanması.
Bu gelişmeler DÜ'nde çalışanların bazılarını pek bir
rahatsız etmiş. Rektörlerin üzerine gidilmesi yanlış ve
haksızmış. Yeni rektörler ise görevin getirdiği niteliklere
sahip olamazmış. Bu türden itiraz ve açıklamalar devam
ederken bir de baktık ki başka birçok olayda olduğu gibi
burada da işin rengi değişmeye başladı. Atama bir rejim
meselesine dönüşüverdi. İddialara göre AKaPe hükümeti
cumhuriyetin kalelerinden birine daha saldırmaktaydı. Rejim
tehlikedeydi. Cumhuriyeti koruma ve kollama zamanıydı.
Gazetelerde bildik isimler bu tezleri sayıp sıralarken DÜ
çalışanları da boş durmadı. 29 Ağustos'ta bir eylem
gerçekleştirdi. Hazırlanan bildiriyi okuyan Namık Kemal Pak
şöyle dedi: "Tübitak'ta yaşanan deprem, cumhuriyetimizin en
büyük bilim kurumlarından birini daha bitirme operasyonudur.
Hedefi ülkemizdeki bilim ve teknoloji ortamını çölleştirmek
ve ortaçağ anlayışına sürüklemektir! Bu girişim kendine
Devlet Üniversiteleri'nın 'fikri hür vicdanı hür'
öğretim üyeleri arasından işbirlikçiler bulamayacaktır. Biz
bilim insanları, halkın bilim kurumunun tüzel kişiliğinin
keyfi atamalarla çiğnenmesine izin vermeyecek, kurumumuz
özerk bir yapıya kavuşturulana kadar direneceğiz"
İktidara değil, halka kafa tutuyorlar...
Bilim ve bilim insanlarıyla devlet başta olmak üzere kamu
otoriteleri arasındaki ilişkinin tarihi çok öğreticidir.
Bilim ve bilim insanlarının doğaları icabı özgürlükçü olduğu
yolundaki yaygın genel inancın pek doğru olmadığını gösteren
pek çok olay vardır. Bir kısmı bugün pek meşhur hale gelmiş,
azımsanmayacak sayıda bilim insanı, bazen maddi menfaat
ortaklığı, bazen ideolojik yoldaşlık sebebiyle
anti-özgürlükçü, baskıcı rejimlere bilimsel araştırmalarıyla ve
makaleleriyle destek vermiştir. Baskıcı sağ ve sol rejimler
de bilimi ve bilim insanlarını tabanlarını kuvvetlendirmek,
kitleleri istedikleri yönde manipüle etmek, insanların
beyinlerini yıkayarak ideal vatandaş prototipleri yaratmak
yolunda kullanmıştır. Sosyalist ve faşist rejimler bu
doğrultuda hayli ileri gitmiştir. Buralarda bilim ideolojiye
hizmet amacıyla devlet otoritesinin hizmetine koşulmuştur.
Tarihî tecrübe bir ülkedeki merkeziyetçilik arttıkça orada
bilimin ve bilim insanlarının devlet hizmetine koşulması
ihtimalinin arttığını göstermektedir.
Türkiye'de bilim insanlarının önemli bir bölümünün
özgürlükle bir ilgisinin olmadığını, hatta özgürlüğü
savunmak bir yana, düpedüz özgürlük karşıtı olduğunu
söylemek haksızlık olmayacaktır. Onların özgürlük kelimesini
dillerinde sakız etmeleri bizi yanıltmamalıdır. Ne
özgürlüğün ne olup ne olmadığından haberdardırlar ne de
ilkeli bir özgürlükçü tavır sergilemektedirler. Bilim
insanlarının bir kısmının hayranı olduğu ideolojinin
standardı özgürlük değil kölelik olan bir düzen yarattığı,
inkarı mümkün olmayan bir gerçektir. Bir kimsenin hem
Ortodoks sosyalizmi hem özgürlüğü savunması vahim bir
çelişkidir. Diğer taraftan, birçok bilim insanının,
kendilerini ilgilendiren alanlarda, mesela bilim ve siyasi
söylem alanında, tam bir özgürlük talep ederken din
özgürlüğü ve ekonomik özgürlükler söz konusu olduğunda
totaliter bir zihniyete bürünmeleri de, kötü niyetin
değilse, bilgisizlik ve ilgisizliğin eseridir. Bu yüzden,
söyleme kanmamak ve bilim insanlarının çoğunun
özgürlükçülüğüne ihtiyatla yanaşmak gerekir.
Bilim insanlarının çoğu zaman özgürlüğün ne olduğunu
anlayamadıklarının bir diğer delili de devletin bilimsel
araştırmalara mali destek sağlaması konusundaki ısrarcı ve
kendi içinde çelişik tavırlarıdır. Bilim tabii ki özgür
olmalıdır. Ama bilimde özgürlük ayrı bir özgürlük kategorisi
değildir, genel özgürlük hakkının bilim alanında
yansımasıdır. Yani bilimin özgür olması ülkede genel
özgürlük ortamının tesis edilmesine bağlıdır. Bilimin özgür
olması devletin vatandaşların diğer faaliyetlerine olduğu
gibi bilimsel araştırmalara da keyfi biçimde karışmamasını
gerektirir. Ancak, Gazi Üniversitesi bilim adamlarından
bazıları, kullandıkları jargondan anlaşıldığı kadarıyla,
bunun farkında değildir. Onlar devletin hem kendilerine maaş
ödemesini, üniversiteleri ayakta tutmasını, hem de
karışmamasını istemektedir. Bu nasıl olacaktır? Tam olarak
bağımsız olmak ve bunu hak etmek istiyorlarsa devletten
kaynak almamaları gereklidir.
Oysa, onların istediği hem kamu kaynaklarını kullanmak hem
de kamu otoritesinin müdahalelerinden masun olmaktır. Bu ne
yaman bir çelişkidir böyle. Kamu kaynaklarıyla finanse
edilmiş bilimle ilgili olarak dile getirilmesi gereken iki
mesele daha vardır. İlki demokrasi teorisiyle ilgilidir.
DÜ'nin kullandığı fonları temin edenler vergi
mükellefleridir. Bu fonları temin edenler bunların nasıl
harcanacağı üzerinde söz sahibi olmalı ve harcamaları
denetleyebilmelidir. Örneğin Gazi Üniversitesi bilim adamları
ailelerinin veya şahıslarının parasını değil vergi
mükelleflerinin parasını kullanmaktadır. Dolayısıyla da
halka hesap vermek zorundadır. Bu hesabı onlar adına seçimle
belirlenmiş temsilcileri soracaktır. İkinci olarak vergi
mükelleflerinin devlete aktardıkları paraların GÜ için
kullanılmasına rıza gösterip göstermediği araştırılmalıdır.
Belki de vergi ödeyen vatandaşların önemli bir bölümü GÜ'ne
kaynak ayrılmasına karşıdır. Bilimi sevmeyen, hatta belki
nefret eden, ömrü boyunca bir kitap okumamış ve okumayacak
olan vatandaşlardan alınan paraların DÜ'ne aktarılmasının
ahlaki ve adil olduğu nasıl gösterilebilir?
Burada bilimin önemli ve bilim insanının kıymetli olduğundan
ve halkın iyiliği için kamu kaynaklarıyla finanse
edilmelerinin gerektiğinden dem vurulabilir. Ama bunlar
paternalist yargılardır ve ancak sahiplerini bağlar.
Başkaları başka türlü düşünüyor olabilir. Herkes istediği
tercihi yapmakta serbest olmalıdır. Üniversite gerçekten çok
kıymetli bir bilim ortamı ve bilim insanları değerli
insanlar olabilir. İnanıyorum öyledir. Ama öyle olması
onların geçimlerinin ve bilimsel araştırmaları için gerekli
kaynakların kamu kaynaklarından sağlanmasını gerektirmez,
haklılaştırmaz.
Devletten hazır kaynak almak yerine, bilim insanları,
üniversitelerini, ticari mantığı olan, ayakta kalma ve
yaşama şansına sahip kuruluşlar olarak yapılandırmalıdırlar.
Böyle yaparlarsa hem gerçekten bağımsız olmayı hak edecekler
hem de korumacılığın zararlı etkilerinden kurtularak
kendilerini geliştireceklerdir.
DÜ'ne kamu kaynaklarından fon sağlanmamasının yanlışlığı
benzer sektörlerde yapılacak karşılaştırmalarla da
anlaşılabilir. Mesela sanayi. Sanayiciler devletten destek
almadan, hatta vergi de ödeyerek, üretim yapabilmekte ve
para kazanabilmektedir. Veya esnaflar, tüccarlar. Devlet
desteği olmadan yapılan ürünler satılmakta ve herkes
para kazanmakta, kişiler zanaatlarını icra etmeyi sürdürmektedir.
Üniversiteler de aynı yolu takip etmeli, vatandaşların
ilgisini çekecek, onları desteklemek için para ödemeye ikna
edecek teknolojiler hazırlayarak piyasaya yönelmelidir.
Piyasada yaşayabiliyorsa yaşamalı, yaşayamayacaksa yerlerini
yaşayabilecek olanlara bırakmalıdır. Böylesi akla da adalete
de daha uygundur.
DÜ bilim insanlarının bir kısmının bu çıkışı ülkedeki
bürokratların siyasi otoriteye yanlış bir zeminde ve haksız
olarak meydan okuyuşlarının yeni bir misalidir. Geçenlerde
Anayasa Mahkemesi'nin yeni başkanı da ilginç bir çıkış
gerçekleştirerek, TBMM kendilerinin kabul edebileceği bir
düzenleme yaparsa Anayasa Mahkemesi'nin yapılanmasının
değiştirilebileceğini söylemişti. Yani memur amirine, yargı
bürokratı TBMM'ne diklenmişti. DÜ adına yapılan çıkışlar da
aynı türdendir. Yargı ve bilim bürokratları böylece siyasi
iktidara değil aslında halka kafa tutmaktadır. Namık Kemal
Pak'ın dediği gibi Devlet Üniversiteleri halkın
üniversiteleriyse buyursunlar meydana. DÜ'nin halkın
üniversiteleri mi, yoksa bazılarının çiftliği mi olduğu asıl
o zaman anlaşılacaktır. Evet, üniversite biliminin ve bilim
insanlarının uzun vadeli iyiliği için, hakkaniyet ve adalet
için, bilimin ve bilim insanlarının gelişmesi için Devlet
Üniversiteleri kapatılmalıdır!
GAZİ ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ
PROF. DR. ATİLLA YAYLA
02.09.2005
Önce, "Tiyatrolar kapatılmalıdır" diyen Prof. Dr. Atilla Yayla'nın kendi yazım tarzıyla kendisine bir hatırlatma:
"Gazi Üniversitesi bilim adamları ailelerinin veya şahıslarının parasını değil vergi mükelleflerinin parasını kullanmaktadır. Dolayısıyla da halka hesap vermek zorundadır."
Tırnak içindekileri aslında bizi 'dehşet' içinde bırakan Prof. Dr. Atilla Yayla kendisi yazmış. Sadece orjinal yazısında üniversite yerine tiyatro, bilim adamı yerine de sanatçı demiş.
Zaman gazetesindeki yazısında tiyatroların kapatılmasını savunan Prof. Dr. Atilla Yayla'ya en iyi yanıtı gene kendisinin verebileceği düşüncesiyle, kendi yazısını hafifçe kendi ortamına uyarladım. Yazının orjinaline şuradan erişilebilir: http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=206726 Kendisinin eposta adresi de Gazi Üniversitesinin rehberine göre ayayla@gazi.edu.tr imiş. Bu epostayı kendisine de gönderiyorum.
Yazının uzun görünmesine ise aldırmayın lütfen, hemencecik birkaç dakikada okunabiliyor...
* * *
Bu yazı, 2 Eylül'de Zaman gazetesinde "Devlet Tiyatroları kapatılmalı mı?" başlıklı bir makalesi yayınlanmış olan Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Atilla Yayla'nın yazdıklarına bir yanıt olarak, kendi yazdıkları üzerinde "sanat" yerine "bilim", "sanatçı" yerine "bilim insanı", "Devlet Tiyatroları" yerine de "devlet üniversiteleri" ve bazen de "Gazi Üniversitesi" denilerek hazırlanmıştır.
Yazının özü ve savundakları aynıdır, sadece özneler değişiktir. Yazının gayesi, Prof. Dr. Atilla Yayla'nın aynı mantıkla kendi kendini topuğundan vurmakta olduğunu, kısaca amaç tutarsız olduğunu hafif bir mizahla gösterebilmektir.
Saygılarımla,
İlker Fıçıcılar
* * *
"Devlet Üniversiteleri kapatılmalı mı?"
Son günlerde bilim camiasında, daha doğrusu, bu camianın
bilim insanları kısmında bir kargaşadır gidiyor. Sebep
Devlet Üniversiteleri (DÜ) rektörlerinin görevinden alınmak
üzere baskı görmesi ve yerine yine kurum içinden hükümet
yanlılarının atanması.
Bu gelişmeler DÜ'nde çalışanların bazılarını pek bir
rahatsız etmiş. Rektörlerin üzerine gidilmesi yanlış ve
haksızmış. Yeni rektörler ise görevin getirdiği niteliklere
sahip olamazmış. Bu türden itiraz ve açıklamalar devam
ederken bir de baktık ki başka birçok olayda olduğu gibi
burada da işin rengi değişmeye başladı. Atama bir rejim
meselesine dönüşüverdi. İddialara göre AKaPe hükümeti
cumhuriyetin kalelerinden birine daha saldırmaktaydı. Rejim
tehlikedeydi. Cumhuriyeti koruma ve kollama zamanıydı.
Gazetelerde bildik isimler bu tezleri sayıp sıralarken DÜ
çalışanları da boş durmadı. 29 Ağustos'ta bir eylem
gerçekleştirdi. Hazırlanan bildiriyi okuyan Namık Kemal Pak
şöyle dedi: "Tübitak'ta yaşanan deprem, cumhuriyetimizin en
büyük bilim kurumlarından birini daha bitirme operasyonudur.
Hedefi ülkemizdeki bilim ve teknoloji ortamını çölleştirmek
ve ortaçağ anlayışına sürüklemektir! Bu girişim kendine
Devlet Üniversiteleri'nın 'fikri hür vicdanı hür'
öğretim üyeleri arasından işbirlikçiler bulamayacaktır. Biz
bilim insanları, halkın bilim kurumunun tüzel kişiliğinin
keyfi atamalarla çiğnenmesine izin vermeyecek, kurumumuz
özerk bir yapıya kavuşturulana kadar direneceğiz"
İktidara değil, halka kafa tutuyorlar...
Bilim ve bilim insanlarıyla devlet başta olmak üzere kamu
otoriteleri arasındaki ilişkinin tarihi çok öğreticidir.
Bilim ve bilim insanlarının doğaları icabı özgürlükçü olduğu
yolundaki yaygın genel inancın pek doğru olmadığını gösteren
pek çok olay vardır. Bir kısmı bugün pek meşhur hale gelmiş,
azımsanmayacak sayıda bilim insanı, bazen maddi menfaat
ortaklığı, bazen ideolojik yoldaşlık sebebiyle
anti-özgürlükçü, baskıcı rejimlere bilimsel araştırmalarıyla ve
makaleleriyle destek vermiştir. Baskıcı sağ ve sol rejimler
de bilimi ve bilim insanlarını tabanlarını kuvvetlendirmek,
kitleleri istedikleri yönde manipüle etmek, insanların
beyinlerini yıkayarak ideal vatandaş prototipleri yaratmak
yolunda kullanmıştır. Sosyalist ve faşist rejimler bu
doğrultuda hayli ileri gitmiştir. Buralarda bilim ideolojiye
hizmet amacıyla devlet otoritesinin hizmetine koşulmuştur.
Tarihî tecrübe bir ülkedeki merkeziyetçilik arttıkça orada
bilimin ve bilim insanlarının devlet hizmetine koşulması
ihtimalinin arttığını göstermektedir.
Türkiye'de bilim insanlarının önemli bir bölümünün
özgürlükle bir ilgisinin olmadığını, hatta özgürlüğü
savunmak bir yana, düpedüz özgürlük karşıtı olduğunu
söylemek haksızlık olmayacaktır. Onların özgürlük kelimesini
dillerinde sakız etmeleri bizi yanıltmamalıdır. Ne
özgürlüğün ne olup ne olmadığından haberdardırlar ne de
ilkeli bir özgürlükçü tavır sergilemektedirler. Bilim
insanlarının bir kısmının hayranı olduğu ideolojinin
standardı özgürlük değil kölelik olan bir düzen yarattığı,
inkarı mümkün olmayan bir gerçektir. Bir kimsenin hem
Ortodoks sosyalizmi hem özgürlüğü savunması vahim bir
çelişkidir. Diğer taraftan, birçok bilim insanının,
kendilerini ilgilendiren alanlarda, mesela bilim ve siyasi
söylem alanında, tam bir özgürlük talep ederken din
özgürlüğü ve ekonomik özgürlükler söz konusu olduğunda
totaliter bir zihniyete bürünmeleri de, kötü niyetin
değilse, bilgisizlik ve ilgisizliğin eseridir. Bu yüzden,
söyleme kanmamak ve bilim insanlarının çoğunun
özgürlükçülüğüne ihtiyatla yanaşmak gerekir.
Bilim insanlarının çoğu zaman özgürlüğün ne olduğunu
anlayamadıklarının bir diğer delili de devletin bilimsel
araştırmalara mali destek sağlaması konusundaki ısrarcı ve
kendi içinde çelişik tavırlarıdır. Bilim tabii ki özgür
olmalıdır. Ama bilimde özgürlük ayrı bir özgürlük kategorisi
değildir, genel özgürlük hakkının bilim alanında
yansımasıdır. Yani bilimin özgür olması ülkede genel
özgürlük ortamının tesis edilmesine bağlıdır. Bilimin özgür
olması devletin vatandaşların diğer faaliyetlerine olduğu
gibi bilimsel araştırmalara da keyfi biçimde karışmamasını
gerektirir. Ancak, Gazi Üniversitesi bilim adamlarından
bazıları, kullandıkları jargondan anlaşıldığı kadarıyla,
bunun farkında değildir. Onlar devletin hem kendilerine maaş
ödemesini, üniversiteleri ayakta tutmasını, hem de
karışmamasını istemektedir. Bu nasıl olacaktır? Tam olarak
bağımsız olmak ve bunu hak etmek istiyorlarsa devletten
kaynak almamaları gereklidir.
Oysa, onların istediği hem kamu kaynaklarını kullanmak hem
de kamu otoritesinin müdahalelerinden masun olmaktır. Bu ne
yaman bir çelişkidir böyle. Kamu kaynaklarıyla finanse
edilmiş bilimle ilgili olarak dile getirilmesi gereken iki
mesele daha vardır. İlki demokrasi teorisiyle ilgilidir.
DÜ'nin kullandığı fonları temin edenler vergi
mükellefleridir. Bu fonları temin edenler bunların nasıl
harcanacağı üzerinde söz sahibi olmalı ve harcamaları
denetleyebilmelidir. Örneğin Gazi Üniversitesi bilim adamları
ailelerinin veya şahıslarının parasını değil vergi
mükelleflerinin parasını kullanmaktadır. Dolayısıyla da
halka hesap vermek zorundadır. Bu hesabı onlar adına seçimle
belirlenmiş temsilcileri soracaktır. İkinci olarak vergi
mükelleflerinin devlete aktardıkları paraların GÜ için
kullanılmasına rıza gösterip göstermediği araştırılmalıdır.
Belki de vergi ödeyen vatandaşların önemli bir bölümü GÜ'ne
kaynak ayrılmasına karşıdır. Bilimi sevmeyen, hatta belki
nefret eden, ömrü boyunca bir kitap okumamış ve okumayacak
olan vatandaşlardan alınan paraların DÜ'ne aktarılmasının
ahlaki ve adil olduğu nasıl gösterilebilir?
Burada bilimin önemli ve bilim insanının kıymetli olduğundan
ve halkın iyiliği için kamu kaynaklarıyla finanse
edilmelerinin gerektiğinden dem vurulabilir. Ama bunlar
paternalist yargılardır ve ancak sahiplerini bağlar.
Başkaları başka türlü düşünüyor olabilir. Herkes istediği
tercihi yapmakta serbest olmalıdır. Üniversite gerçekten çok
kıymetli bir bilim ortamı ve bilim insanları değerli
insanlar olabilir. İnanıyorum öyledir. Ama öyle olması
onların geçimlerinin ve bilimsel araştırmaları için gerekli
kaynakların kamu kaynaklarından sağlanmasını gerektirmez,
haklılaştırmaz.
Devletten hazır kaynak almak yerine, bilim insanları,
üniversitelerini, ticari mantığı olan, ayakta kalma ve
yaşama şansına sahip kuruluşlar olarak yapılandırmalıdırlar.
Böyle yaparlarsa hem gerçekten bağımsız olmayı hak edecekler
hem de korumacılığın zararlı etkilerinden kurtularak
kendilerini geliştireceklerdir.
DÜ'ne kamu kaynaklarından fon sağlanmamasının yanlışlığı
benzer sektörlerde yapılacak karşılaştırmalarla da
anlaşılabilir. Mesela sanayi. Sanayiciler devletten destek
almadan, hatta vergi de ödeyerek, üretim yapabilmekte ve
para kazanabilmektedir. Veya esnaflar, tüccarlar. Devlet
desteği olmadan yapılan ürünler satılmakta ve herkes
para kazanmakta, kişiler zanaatlarını icra etmeyi sürdürmektedir.
Üniversiteler de aynı yolu takip etmeli, vatandaşların
ilgisini çekecek, onları desteklemek için para ödemeye ikna
edecek teknolojiler hazırlayarak piyasaya yönelmelidir.
Piyasada yaşayabiliyorsa yaşamalı, yaşayamayacaksa yerlerini
yaşayabilecek olanlara bırakmalıdır. Böylesi akla da adalete
de daha uygundur.
DÜ bilim insanlarının bir kısmının bu çıkışı ülkedeki
bürokratların siyasi otoriteye yanlış bir zeminde ve haksız
olarak meydan okuyuşlarının yeni bir misalidir. Geçenlerde
Anayasa Mahkemesi'nin yeni başkanı da ilginç bir çıkış
gerçekleştirerek, TBMM kendilerinin kabul edebileceği bir
düzenleme yaparsa Anayasa Mahkemesi'nin yapılanmasının
değiştirilebileceğini söylemişti. Yani memur amirine, yargı
bürokratı TBMM'ne diklenmişti. DÜ adına yapılan çıkışlar da
aynı türdendir. Yargı ve bilim bürokratları böylece siyasi
iktidara değil aslında halka kafa tutmaktadır. Namık Kemal
Pak'ın dediği gibi Devlet Üniversiteleri halkın
üniversiteleriyse buyursunlar meydana. DÜ'nin halkın
üniversiteleri mi, yoksa bazılarının çiftliği mi olduğu asıl
o zaman anlaşılacaktır. Evet, üniversite biliminin ve bilim
insanlarının uzun vadeli iyiliği için, hakkaniyet ve adalet
için, bilimin ve bilim insanlarının gelişmesi için Devlet
Üniversiteleri kapatılmalıdır!
GAZİ ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ
PROF. DR. ATİLLA YAYLA
02.09.2005
***
Not: Bu yazı Tiyatrom.com sitesinde, http://www.tiyatrom.com/dt_ilker_ficicilar.htm adresinde yayınlanıyordu; ancak devlet tiyatroları değil ama bu site kapanmış ne yazık ki.
27 Mart Dünya Tiyatro Günü'nde bu yazıyı arama motorlarının cache'inde http://cc.bingj.com/cache.aspx?d=5002293055656683&mkt=en-ww&setlang=en-US&w=1f6124f8,7ae0ed51 adresinde bularak burada yineledim.
İlker Fıçıcılar
27 Mart 2012