Mezarımın Bekçisi

Sen öldürdün o mandalina ağacını. Uzak ışıkların aydınlattığı parlak bir kayaya yaslanmış o ağacı. Senden tek arzusu meyvelerine uzanmandı oysa. Ne vardı sana ihtiyacı, ne de sendin ilacı. Zaten sen yokken de vardı ezelden. Ama şimdi kendin gibi kuruttuklarınla kalmış, bir kuru dal sen varsın.

Konuşuyorsun tepeme dikilmiş, bakıyorsun toprağıma kurumuş, ama duymuyorsun mezardaki ne konuşmuş... Her gün buraya gelişin. Biliyorum pişmanlıktan. Avucundaki kuru mandalina kabuklarını, kokusunu çektikten sonra içine, bırakışın üzerime, biliyorum arayıştan. Bir kuru dalsın, ne kadar çeksen de içine yaşamı, biliyorsun yaşatamıyorsun.

Anımsa bak, şu yanımdaki kayaya zıplamaya çalıştığın günü. O güzel dolunayın biraz ilerdeki dereyle karışıp bana aktığı günü. Susuzluktan solmuş o gözlerinin meyvelerime baktığı günü. Bir görmemişin gözleriyle uzandığın o günler çoktan dün oldu. Ama işte bak değişen yıllara rağmen nasıl da değişmiyor gözlerin.

Bırak artık her gece gelip gizli gizli mezarıma bakmayı. Görmüyor musun, birazdan ay batacak güneş çıkacak. Bak şu yandaki kayaya. Nasıl da tam ortası çatlamış. Hâlâ görmüyor musun, anımsa o ilk gün ısırıp hoyratça fırlattığın meyvemi. Bak oraya, bak o hiç göremediğin çekirdeğimden ben yine çıkıyorum.


İlker Fıçıcılar
24.01.2010